9 Mart 2013 Cumartesi

Gelibolu Yarımadası


Gelibolu Yarımadası,
Kanımızın son damlası
Bir zafer hatırası gönüllerde.

Bir zafer güneşi ki
Almaz hiçbir tarih sayfası
Hiçbir kalem yazmaz.
Kanımızın son damlası
Mürekkep olmadıkça kalemlerde.
Kalemlerde biziz inanç damlası.

Gelibolu Yarımadası
Cihan Haritası
Nabız nabız sende atar
Sende yiğitler yatar, yüz binlerce
Yüz binlerce daha ihtiyaç varsa
Sana şehidiz, GELİBOLU YARIMADASI...

                  AHMET KAŞIKÇI

Kimliğim Öğretmen


Benim adım nokta nokta
Kimliğim öğretmen
İsmim hecelenir her dudakta
O sokakta bu sokakta
Bir evde yedi kat gökyüzündeyimdir
Bir evde yedi kat toprakta
Bölük pörçük nokta nokta

Benim adım salt mutluluk
Kimliğim öğretmen
Kalbim sevgi pompalar oluk oluk
Şefkat dağıtır tükettiğim her soluk
Şöyle bir dağ etrafına bak da
Filizlerim boy atıyor dal dal
Küme küme nokta nokta

Benim adım sonsuz etken
Kimliğim öğretmen
Çocuklarım gençlerim geçerken
Sevinçliyim. hayır sevinci yaratanım ben
Hele sınıflarda hele sınıflarda
Bir tebeşir tozuyumdur kanatlı
Beyaz beyaz nokta nokta

Benim adım mutluluk ışık
Kimliğim öğretmen
Bir Türkiye haritasına yapışık
Samanyolu gibi ardışık
Bir gecekonduda bir konakta
Bir mum alevi gibiyim
Eriyorum nokta nokta

Benim adım hür düşünce
Kimliğim  öğretmen
Gülücükler bulurum karşımda gülünce
Derya olurum yağmur yağmur dökülünce
Sabahları çiğ tanesiyim her yaprakta
Ve sonbaharlar gelmesin diye
Dökülürüm nokta nokta

Benim adım sonsuz etken
Kimliğim öğretmen
Çocuklarım gençlerim geçerken
Neşeliyim...hayır neşeyi yaratanım ben
Hele baharlarda hele gezilerde
Bülbüller ilhamını bizden alır
Beste yapar nokta nokta

Benim adım yardım etmek
Kimliğim öğretmen
Küçücük beyinlere girene dek
Minicik ellerde bir sıcak ekmek
Ve nasıl gerekirse bir katıkta
Zeytin taneleri gibi canlıyım ben
Siyah siyah nokta nokta
Bölük pörçük nokta nokta

Benim adım tüm hürriyet
Kimliğim öğretmen
Varlığım yok olursa şayet
Gücüm tükenirse nihayet
Sıcacık ellerdeki bayrakta
Bir hilalin tamamlayıcısı olurum ben
Yıldız yıldız nokta nokta
Küme küme nokta nokta

Benim adım sonsuz etken
Kimliğim öğretmen
Çocuklarım gençlerim geçerken
Coşkuluyum... hayır coşkuyu yaratanım ben.
Hele bayramlarda hele bayramlarda
Vatanın hür göklerinde uçuşurum
Bayrak bayrak nokta nokta.

                    AHMET KAŞIKÇI

Mukaddime


(Karaosmanzâde Câvide Hayri Hanımefendi'ye)

Zannetme ki güldür, ne de lâle
Âteş doludur, tutma yanarsın
Karşında şu gülgûn piyâle...

İçmişti Fuzuli bu alevden,
Düşmüştü bu iksir ile Mecnûn
Şi'rin sana anlattığı hâle...

Yanmakta bu sâgardan içenler,
Doldurmuş onunçün şeb-i aşkı
Baştanbaşa efgân ile nâle..

Âteş doludur, tutma yanarsın
Karşında şu gülgûn piyâle!..

                 AHMET HAŞİM

O Belde


Denizlerden
Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-ı şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ,
Ne de âlâm-ı fikre bir mersâ
Olan bu mâi deniz
Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
Sana yalnız bir ince tâze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma'nâ,
Ne bu akşamda bir gam-ı nermîn
Ne de durgun denizde bir muğber
Lerze-î istitâr ü istiğnâ.
Sen ve ben
Ve  deniz
Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz
Topluyor bû-yi rûhunu gûyâ,
Uzak
Ve mâî gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz...

O belde?
Durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;
Mâi bir akşam
Eder üstünde dâimâ ârâm;
Eteklerinde deniz
Döker ervâha bir sükûn-ı menâm.
Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veyâhud yâr;
Dilde tenvîm-i ıstırâbı bilir
Dudaklarındaki giryende bûseler, yâhud,
O gözlerindeki nîlî sükût-ı istifhâm.
Onların rûhu şâm-ı muğberden
Mütekâsif menekşelerdir ki
Mütemâdî sükûn u samtı arar;
Şu'le-î bî-ziyâ-yı hüzn-i kamer
Mültecî sanki sâde ellerine
O kadar nâ-tüvân ki, âh, onlar,
Onların hüzn-i lâl ü müştereki,
Sonra dalgın mesâ, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine...

O belde
Hangi bir kıt'a-yı muhayyelde?
Hangi bir nehr-i dûr ile mahdûd?
Bir yalan yer midir veyâ mevcûd,
Fakat bulunmayacak bir melâz-ı hulyâ mı?
Bilmem... Yalnız
Bildiğim sen ve ben ve mâî deniz
Ve bu akşam ki eyliyor tehzîz
Bende evtâr-ı hüzn ü ilhâmı.

Uzak
Ve mâî gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz.

                             AHMET HAŞİM

Merdiven


Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...

Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...

                       AHMET HAŞİM

Not:  (Piyâle), muttasıl = aralıksız, hafi = gizli

Bir Günün Sonunda Arzu


Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümâyân,
Güller gibi... sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nâlân,
Gün doğdu yazık arkalarında!

Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilân.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler?

Akşam, yine akşam, yine akşam,
Bir sırma kemerdir suya baksam
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam!

                      AHMET HAŞİM

Not:  (Piyâle), fecr olmak = tan yeri ağarmak, nümâyân olmak = ortaya çıkmak, nâlân = inleyen kavs-i mutalsam = tılsımlı yay
Mefûlü/ Mefâîlü/ Feûlün
- - . /. - - ./ . - -

Haşim'in en sevdiklerinden biri olan bu şiirde de Merdiven gibi sembolizmin etkisi görülüyor. Günün iki ayrı zamanında şairin değişik duyguları dile getirilmektedir. şafak sökerken üzülmekte, akşamla birlikte rahatlamaktadır. Karamsar bir ruh halini yansıtan şiirde şairin bezgin olduğu gözleniyor. (Haldun Haznedar)

4 Mart 2013 Pazartesi

Eşik


Bu yekpâre akış, durgun, derinden...
Her aynada yalnız kendi görünen
Bu yüz ve şifasız hüznü eşyanın
Kendi cevherinde mahpus bir ânın
Dağıttığı dünya hep yaprak yaprak,
Dalgın, unutulmuş sesleri uzak
Bir uykudan bana tekrar dönenler,
İçimde, dışımda hep aynı çember!
Bin elmas parıltı oyun ve halka
Küçük ve hiç değişmez dalgalarla
Bende bana meçhul akşamlar yoklar!
Gülen ve gömülen gölge ufuklar
Acayip davetlerin rüzgârında
Her lâhza yine kendi sularında!...

Uzakta, aya çok yakın bir yerde,
Çılgın ve muhteşem harabelerde,
Büyük sükûtların fırtınası var.
Mermer duvarlarda kırılmış sazlar,
Çok genç uçuşunda ve hangi haşin
Yıldıza gülerek çarptığı için
Alnında bir siyah nokta geceden
Kovulanlar ışık bahçelerinden,
Bütün ayrılıklar hepsi orada
Bu çıplak, ümitsiz  ve saf duada.
Ve bir kadın beyaz, sakin, büyülü
Göğsünde kanıyan bir zaman gülü
Mahzun bakışlarla dinler derinde
Olup olmamanın eşiklerinde.

Garip telâşını, binlerce fecrin
Ocağında nezir güvercinlerin
Hülyâm o kıvılcım ve kül yağmuru
Çırpınır bu beyaz mahşere doğru!
Ey hiç şaşmayan göz, büyük atmaca
Gölgesi güneşin üstünde uçan
Dişi kuyruğunda ebedî yılan,
Ve üstüste rüyâ!
Bir ses yavaşça,
Bir ses, bin uykudan mahmur ve zengin
Zümrüt usaresi maviliklerin
Suların üstünde arar kendini
Yoklar, ömrün bütün sahillerini
Çizgiler silinir, ufuk bir beyaz
Çin kâsesi olur, toprak, yosun, saz
Hep birden tutuşur, nârin kemerler
Alevden sütunlar, altın, mücevher,
Ah bu çılgın yağma...Orman çatırdar
Ve çıplak aynası ufkun tekrarlar
Büyük masalını aydınlıkların.

Elele bir oyun bugün ve yarın
Bütün pınarlara koştum cevap yok
Tekrar bana döndü her attığım ok
Her çığlık önümde tutuştu, yandı
Tahtayı kurt oydu, taş yosunlandı,
Yabanî otlarla örtüldü duvar...
İlhamlı çehresi hilkatin sular
Kaç kere değişti önümde böyle,
Birbiri ardınca gün ve mevsimle...
Ve kaç kere bahar güldü derinde
Güllerin kanıyan bekâretinde
Taze gülüşüyle toprağın suyun...
Tılsımlı kadehi her susuzluğun
Ey şafaktan, sırdan, arzudan hayâl
Yıldızların bize ördüğü masal
Kaç kere yarattım tenhada seni
Beyaz kollarını, sıcak buseni...
Bakışın, gülüşün, neş'en ve hüznün
Ay altında bir gül nağmesi yüzün...

Evet çok bekledim, kaç kere hazan,
Dinç atlar koşturdu boş ufuklardan
Yeleler alevli, ağız köpüklü,
Bulutlar bir kanlı hiddetle yüklü
Geçtikçe batıya doğru önümden
Zâlim ümitlerle ürperirdim ben,
Duyardım her an uzlette bir yeni
Âlemin yıkılıp devrildiğini
Çılgın mahşerinde ses ve renklerin...
Benden sor sırrını mesafelerin
Benden sor ve benden dinle akşamı...
Rabbim bu sonsuzluk ve onun tadı...

Bir ses yavaşça der, bırak yalvarsın,
Hayat bu kapıda...ne çıkar varsın,
Nakışlar gülmesin beyaz taşında
Ölüme benzeyen bu susuzluğun
Çağlayan hayâller yeter başında...
Bir fikir, bir şekil dalında olgun
Bu ağır sallanan hazan meyvası,
Gurbet, mendillerin çırpınan yası,
Yüzler ki bir uzak müjdeye benzer,
Her türlü ışığa kapanmış gözler,
Her şey, hepsi, gülen, susan, kamaşan
Rengiyle toplanır bende ve akşam
Rüzgârla tarümar, mevsimle sarhoş
Gelir ta kalbimde düğümlenir...
-Boş...
Boş ve ümitsizdir akşamın hüznü
Bu tenha çeşmede bir an yüzünü
Seyredenler altın sazlar içinde
Ruh muammasının ürperişinde
Kaybolmuş sanırlar kendilerini...
Bırak bu tesadüf bahçelerini...
Hakikat çok uzak, karanlık, derin
Bir dille konuşur, büyük köklerin
Toprakla ezelden karışmış dili!
Geceyle ölümdür asıl sevgili
Bu ikiz aynada toplanır yollar
Karanlık yaratır, ölüm tamamlar.
Kaçalım seninle biz de geceye
Ölümün kardeşi saf düşünceye...
Yeter büyüsüne aldandığımız
Güneşin...biraz da yalnızlığımız
Kendi aynasında gülsün, gerinsin
Güvercin topuklu sükût gezinsin.

                  AHMET HAMDİ TANPINAR

Ne İçindeyim Zamanın


Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında,

Bir garip rüyâ rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgârda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sükûtu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş;

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mâvi, masmâvi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.

         AHMET HAMDİ TANPINAR

Her Şey Yerli Yerinde


Her şey yerli yerinde; havuz başında servi
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan,
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan,
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi.

Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,
Serpilen aydınlıkta dalların arasından
Büyülenmiş bir ceylân gibi bakıyor zaman
Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak

Biliyorum gölgede senin uyuduğunu
Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
Hızların âleminde yumulmuş kirpiklerin
Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu.

Belki rüyâlarındır bu tâze açmış güller,
Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
Rüyâsı ömrümüzün çünkü eşyaya siner.

Her şey yerli yerinde bir dolap uzaklarda
Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgârda.

                   AHMET HAMDİ TANPINAR

Uyanma Saati


Gel, dedi, birlikte taşıyalım, dedi.
Taşıyabildiğim kadarını, dedim.
Taşıyabildiğin kadarını dedim, dedi.

Gidiyorsun, gitme, burada ol dedim, dedi
Uzağa gitme dedim dedi, diyor.
Gitmiyorum, kalıyorum, dedim.

Uyku dinlendirir dedi, dedim.
Uyku siler diyor dedi, dedim.
Sonuna kadar dinlerim, dedim dedi diyor.

Açıyor dedim, kapıyı dedim,
bana dedim, doğru dedim
oradan dedim, gözüküyor dedim, gelen dedim.

Kapıyor diyor bana, dedi.
Ben açacağım, sen üzülme dedim, dedi.

Adalet Romeo!

Adalet, Romeo'm

               AHMET GÜNTAN

Halkapınar


Nerede o göl
Çocukluğumun denizi Halkapınar
Hemen kıyısında okulumun
             Ders araları
Koşup sularında taş sektirdiğim
Kâğıttan gemilerim,
            görünmez tayfalar

Yedisinde gurbet artığı bir çocuğun
Uyumsuzluğunu, iç sıkıntısını
Aşina bir dost gibi sineye çeken
Hangi dilden konuşursan anlar
Nedensiz ağlamaların, suskunluğun
Birden çözüldüğü duruluklar

Nerede o göl, Halkapınar
Sular ilk orada mı dinlenirdi
Düşüp ıslanır mıydı bulutlar
Kuşlar kuşlara neler söylerdi
Bir yanı oyunbaz koruluklar

Çıkmaz sokağımızın kara fırını
Bölünce uykuları ekmek kokusuyla
Düşerdik yola Nam Dayı'yla
Gölün ağzından yem çıkarmaya
Sonra yeşile doygun bahçeleri geçip
Gümüş renkli Manda Çayı'nı
Uzanırdık Körfez'e balığa

Tirşe bir dünyaydı kıpır kıpır
Gelsin karagöz, barbun, çipura
Tahta masalarda kafalar dumanlanır
Nazarlı radyolarda Zeki Müren
Eşiklerden taşan kahkahalar
Göz süzerdi söyleşilere asmalar
Gelinlik akasyalar fısıldaşır

Yok oldu pencerelerde sardunyalar
Top top fesleğenler, karanfiller
Beyaz badanalı evlerde
            soluyan rüzgâr
Selamsız sabahsız çekip gittiler

Nerede o göl
Çocukluğumun denizi Halkapınar
Doldurulup betonlaşmış üzeri
              Şimdi otogar
Hangi yolcudur ki belleğinde
     yitik bir gölden kalktığını anımsar
Eski haritalar gibidir eski aşklar
     İzmir kan tükürse de ciğerparem
     Bir anlatan bulunur elbette
     Katlanır katlanır da ortaya çıkar

Ne yürek yorulur, ne gönül uslanır

               AHMET GÜNBAŞ

Popüler Yayınlar