6 Nisan 2013 Cumartesi

Milli Egemenlik


Aç bak Türk’ün tarihine
Milli egemenlik söyler.
Bir kulak ver geçmişine
Milli egemenlik söyler.
                 
Amasya, Erzurum, Sivas
Bütün yurtta tek bir ihlas.
Atamızdan kalan miras
Milli egemenlik söyler.

Bu bir ruhtur sanma heves
Yurtta yaşar nefes nefes.
Ankara’da gürleyen ses
Milli egemenlik söyler.
Nazlı gelin Cumhuriyet
Sevgi sunar demet demet.
Gururlanır ilelebet
Milli egemenlik söyler.

Bu milletin alın teri
Geleceğin zaferleri .
Atatürk’ün ilkeleri
Milli egemenlik söyler.

Anadolu yokuşları
Halı kilim nakışları
Mehmetçiğin bakışları
Milli egemenlik söyler.

Dalgalanır al bayraklar,
Dolar caddeler sokaklar.
Okul yolunda çocuklar,
Milli egemenlik söyler.

                    AHMET POYRAZOĞLU

Gazel


Ey fitnesi çok kavli yalan yandım elinden
Bir nâz ile bin gönlüm alan yandım elinden (1)

Sen şem’ gibi gayr ile mecliste gülersin
Ben akıtırım yaş ile kan yandım elinden (2)

Her hâr ile sen sohbet edersin dün ü gün ben
Derdin ederim mûnis-i can yandım elinden (3)

Şol sunduğun âteş midir ey sâki bana kim
Kim aldın ele câm heman yandım elinden (4)

Ahmet çeke cevrini göre lûtfunu ağyâr
Ey şefkati az şûh-i cihan yandım elinden (5)

                                 AHMET PAŞA

Not: Günümüz Türkçesiyle:
1-)Ey fitnesi çok, sözü yalan! Yandım elinden. Bir naz ile bin kere gönlümü alan! Yandım elinden!
2-)Sen toplantıda başkasıyla mum gibi gülersin, ben kanlı göz yaşı akıtırım;yandım elinden!
3-)Sen gece gündüz her dikenle ( yani rakiple ) sohbet edersin, bense senin derdini can dostu edinirim; yandım elinden!
4-) Ey sâki! Bana şu sunduğun ateş midir ki, eline kadehi alır almaz, hemen yandım elinden!
5-) Ahmet senin cefanı çekiyor, başkaları (rakipleri) lûtfunu görüyor; ey şefkati az dünya şûhu! ( dünyanın en nazlısı, neşelisi) yandım elinden.

Gazel


Eyâ peri nicesin hoş musun safâca mısın
Gele berî nicesin hoş musun safâca mısın (1)

Şeker dudaklı kamer yüzlü serv boyluların
Semen-beri nicesin hoş musun safâca mısın (2)

Bahâr-ı hüsn ü behâda belâlı bülbülünün
Gül-i teri nicesin hoş musun safâca mısın (3)

Bizimle bir nefes insanlık eyle soruşalım
Gel ey perî nicesin hoş musun safâca mısın (4)

Sefer kalıp gelir Ahmet ki deye şehrimizin
Güzelleri nicesin hoş musun safâca mısın (5)

                                        AHMET PAŞA

Not: Günümüz Türkçesiyle:
1-)Ey peri! Nasılsın! Hoş musun! Safâlı mısın! Beri gel; nasılsın, hoş musun? Safâlı mısın?
2-)Şeker dudaklı, ay yüzlü, selvi boyluların yasemin göğüslüsü! Nasılsın?Hoş musun? Safâlı mısın? 
3-) Güzellik, alımlılık baharında belâlı bülbülün taze gül! Nasılsın?Hoş musun? Safâlı mısın? 
4-) Ey peri! Gel, bizimle bir soluk alımı insanlık et de soruşalım! Nasılsın?Hoş musun? Safâlı mısın? 
5-)Ahmet, “şehrimizin güzelleri! Nasılsınız? Hoş musunuz? Safâlı mısınız?” demek için yola çıkmış geliyor.

Beyitler


1
Sor dil-i bîçâremin hâlin perîşan zülfüne
Hâlini bilmez perîşânın perîşan olmayan

2
Mürûr-i vâ’de-i yâre inanma sen Ahmet
Gama inan inanırsan ki eski yârindir
3
Lebi lebine erişmeğe çâre yok Ahmet
Meğer ki toprağına kıla rûzgâr kadeh
4
Cânıma bir merhabâ kıldı ezelde çeşm-i yâr
Şöyle mest oldum ki gayrin merhabasın bilmedim
5
Ahmed ol kamet-i dil-cûya hevâdar olalı
Nerde bir serv görürse yakasın çâk eyler

                                 AHMET PAŞA

Not: Günümüz Türkçesiyle: 
1. Zavallı gönlümün halini perişan saçına sor, perişan olmayan perişanın halini bilmez.
2.Ahmet! Sen sevgilinin vadini tutacağına inanma, inanırsan gama inan ki, o senin eski dostundur.
3.Ahmet! Senin dudağının onun dudağına erişmesine çare yok; meğer ki, zaman , senin toprağın kadeh yapsın.
4.Sevgilinin gözü, ezelde( zamanın başlangıcında) gönlüme bir “merhaba” dedi, öyle kendimden geçtim ki, başkalarının merhabasını duymaz oldum.
5.Ahmet! O gönül çekici usul boylunun havasına gireli, nerde bir selvi görse (onu anıp) yakasını yırtar (dövünür).

Anneme


Anneciğim...
Bir kuş çizdim senin için kanatları,
Elmastan
Bir kuş çizdim senin için kuyrukları,
Altından
Yavrularının her biri  en değerli taşlardan.

Anneciğim...
Bir çizgi çizdim senin için,
Gümüşten
Bir çizgi çizdim senin için ,
Yakuttan, zümrütten.

Anneciğim...
Bir resim yaptım senin için
Her şeyden  her şeyden
Bir resim yaptım senin için
Yüreğimden kalbimden.

           AHMET ÖZLÜ

Sevgin Senin


gül bahçelerinden geçen yağmur
saçlarını dağıttı günlerime
yüzün şiir ülkem oldu/kuş sevinçleri
                           yüreğin
sevgini serptim geçtiğim denizlere.

bir sabah alıp gittin sevincimizi
şarkımız yarım kaldı aysız gecelerde
anılar yürüdü günlerimize
elverdik rüzgâra seni taşıyan.

şimdi geçtiğim her sokakta yangınlar
uçsuz bucaksız acıları damıtıyor
yüzünü kapıyor şiir dizelere sığınarak.

kendine yenildiğin bir akşam
ellerin yitti karanlıklarda
yazdıkların tutanağıydı hayatın.

            AHMET ÖZER

Gecenin Kanayan Yerinden


gece yarısı bir el dokunuyor soluğuma
bir aşkın kan damlası karışıyor yağmura
kitaplardan yüreğime dolan gelincikler
güneşli papatyaları seyreyleyen turnalar
bir yelkenli açılıyor alnımın çatına.

sizlerin gençliğini taşıdım kanımda
ey güzel çocuklar sesime ses katanlar
şimdi renklerle savruluyorum ardınızdan
adlarınızı unutmadım/yüzünüz silinmiyor aklımdan.

sevincim bir çığlık gibi savruluyor dünyaya
kelebek kanatları/kuş sesleri dökülüyor gömleğime
bir nehir akıyordu gecenin sessizliğine
bütün güneşler kayıp gitmişti ellerimden
her ölüm bir şiiri büyütüyordu dilimde.

çok şey anlatıyordu gecenin yüzü
yağmurlu bir kasım karanlığını geçerek
korkuyu yenen bir aşkın seveniydim
bir gül yaprağıydım rüzgârda.

güzelliğiniz kazılıyor gençliğin mavi ufkuna
yarama tuz basarak geçiyorum günleri
bir ses yankılansa yüreğimi örseleyen
bir fotoğraf dökülse yüzünde solgun çiçekler
göğsümden havalanır martı sürüleri.

şimdi karlar yağar yüzüne dünyanın
istasyonların uykuyu yitirmiş derinliğine
şafakla yırtılan gecenin kanayan bir yerine.

                      AHMET ÖZER

Bütün Erkekler Ölür


Çünkü gök sıkıntıyla ağar
rüzgâr buruşur, bir yaprak düşer
ve kaçıyordur solgun mavilikte
maviler ve al geyikler.
İşte altın ve kara akıntılar:
analar, yitirilmiş resimlik
yoksulluk, o korkunç kadın.
Susun, tümünün anıldığı gündür,
kara yağmur ve ebem kuşağı
usulca bütün erkekler ölür.

Kıpırdamasın insandan gelen sesler
kamyonlar devrilir dağ yolunda.
Rehincide kalan bir gümüş saat
emanetçide unutulan bavul,
geçip giden gök taşlarıdır
havadan ve selüloit mavilikten.
Ey mermeri bozuk yalnızlık,
sanki kutsal bir avdır suskuda
ve bir yakut parıltısıdır artık.

Çünkü gök kanla ağıyordur,
soluk soluğa atan bir damar
kalbinde hırçın denizin
ve toprağın nabzında,
unutulmak gibi bir şahdamar.
Ürperir aynı rüzgârla
darağacı, çarmıh ve çiçek,
sussun yatakların fısıltısı
avuçlarda parıldayan kehribar:
ekmekli, zincirli ve başları eğik
kadınların erkekleri geçiyordur.
Ve üzgün deltası kısacık ömürlerin
bir albüm, bir şarkı, bir çocuk.





Hangi doldurulmuş hüznün yakutu
çocukluk defterlerince soluk,
ki savaş alanlarında parıldar
bütün koruluklardır ay ışığı,
ey ulaşılmayan dayanak aşklar
elleri kanatan kesici ağıt.
Hep unutuştur akılda kalan,
sıçrayan, yenilen ve ölen geyikler,
derdin eksilmediği kalem ve kağıt.
Kısa ve kesin bir sözdür erkekler,
İspanya'da "Non Pasaran",
kızaran kilise çanları
katedrallere çöken gölgelik
İtalya'da "Mamma Mia"
işte avuçların dünyayı duyduğu kayalar,
sarkık bir bıyık Meksika'da, "Viva"
Nehirler kurur, susar aşk
ve en katı sözdür erkekler
kıraç ve yoksul Anadolu'da.

Büyük ve yeniktir erkekler,
söz dinlemez serüvenci çocuk
su şırıltısında sayıklayan hasta,
ve deli bir sevgilidir sabaha kadar
bulgulu, korkunç ve utançla.
Yararsız bütün leylak ağaçları,
hiç bilmiyor erkekler
doğan ve ölen çocukların hüznünü,
çünkü daha önceden ölürler.

Çünkü gök ağıyordur kanla,
hep yenik yıldızlar vardır,
anı defteri, kum saati, savaş alanı,
bir yüz
işte o kandır.

Ey ışığını dağıtan kristal
ölümsüzlük, ele geçirilmeyen gömü,
ayışığı denizle kendini sürdürür,
işte her şey geçip gitmede,
usulca bütün erkekler ölür.

             AHMET OKTAY

Beş Kuruşa Aşk Şarkıları


Bir yalnızlık büyütürdüm saksıda
kalandı çok eski günlerden
bir bana yetsin, hıncımı arttırsın
aşkımı pekiştirsin diye sevince.
Günüydü, gelip durdu hüznümün önünde
gidilmemiş bir saklı deniz sandım.

Kıpırdamazdı yapraklar geceyle
tüketirdi çiçeği, kuşu sevdiremeyen konyak
bana neydi gülmeler, şarkılar
otobüs durakları, alandaki kalabalık
geldi durdu, alana merhaba dedim.

Bir göz bozgundur yerine göre
vururdu pencereme rüzgâr,
ben hep öyle bir gözdüm
çığlığını kendine saklayan.
Düş kurmazdım, beklemezdim şurda burda,
çiçek demetleri, bisikletler geçmezdi
apansız geliverdi sokağıma.

Hıncım bana kalsın gayrı
sen yalnızlığımı götür.
Bana çay demlemeyi öğret
elimi yüzümü yıkamayı,
ağzıma rakı koydurma.
Hıncım bana kalsın diyorum
çünki ben bu  kenti kendimde büyüttüm
bir barbarın vahşi ateşiyle,
çünki yapılarının taşında onulmazlığım
çünki şarkılar kanımın bedeli.

En sevdiğim kelimeler gibisin
örneğin öfke gibi
hani bir zamanlar
dağda ve sokakta açan.
Örneğin umut gibi
günde, gecede yitip durduğumuz
zeytin dalını dal eden.
Örneğin aşk gibi
denizlerin üzerinde yürüten.
Örneğin kavga gibi
yüreğimi sıkı, saçlarımı kara tutan
kayaları yumuşatan kavga gibi.




Denizler benim kadar kıpırdayamaz
bak şimdi parklardayım
bir çocuğun menevişli gözlerinde.
Hüzünleri bırakmanın günü
günü çığlığı olmak dünyanın,
hüznümü iki kat ediyor ama
gecede alnıma dayalı alnın.

                 AHMET OKTAY

Üfürük


adam hödük
dilli düdük
omzu eğri
beli bükük
saçı dökük
gözü çökük
ağzı faraş
burnu güdük
aklı fakir
fikri çürük
ahmet necdet
dünya küçük
hayat kısa
yüzgörümlük
dua et de
sözcük sözcük
karartmasın
üç beş günlük
dünyamızı
onca bönlük

           AHMET NECDET

Aşklar Şiirle Kanar


Kimse taşıyamaz aşk acısını
Yüreğe saplanan şiir kadar
İnsanoğlu içindeki yangını
Söndüreyim derken daha çok yanar
Yalansız her aşkta şair kanı var
Aşklar şiirle kanar.

Ve kimse kilitleyemez yüreğini
Ölümsüz aşkına olsa da gaddar
Şiirin yazgısı düşsel intihar
Onun en hasını en güzelini
Acıya bulanmış şairler yazar.
Aşklar şiirle kanar.

Aşk mıdır? her işin başı ve sonu
Şiir mi her gizi çözen anahtar
Kırık bir hayatın aşk olduğunu
Dile getirsen de bu neye yarar
Odur anılara yağan sıcak kar
Aşklar şiirle kanar.

                  AHMET NECDET

Daha


Çiçek vazoda değil,
Saksıda güzel
Hele hele açarsa dağlarda bayırlarda
Daha daha da güzel.

                    AHMET NADİR CANER

18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi'nde Koca Seyyid'in Katkısı Yok mu?



Koca Seyyid 280 kg. topu bir hamlede kaldırdı ve... Düşman zırhlısını batırdı,, diye hikayeler duyarsınız... Gerçekten bunun aslı var mı? O tarihlerde 280 kg bir top mermisi Türk askeri envanterinde yokmuş. En ağır top 215 kg. imiş.
Hatta Kültür Bakanlığının Çanakkale turist rehberlerine dağıttığı kılavuzda Koca SEYYİD'in adı bile çıkarılmış. Türk topçusu yüzlerce top atmış, bunların hangisi düşman gemisini vurmuş belli değil!..
Bir de Peygamberimiz Çanakkale'ye savaşmaya gitmiş!! Delil mi; Güya onun mezarında pinekleyen bir mezarcı /ölü sevici o günlerde Peygamberimizi görememiş! Yahu bunlara şunu sormak lazım; Peygamberimiz Uhud Savaşında ordunun başında iken, sahabesi de asker iken yenildi! 
Yine Onun gönderdiği ordu Mute'de de yenildi. Yani; sağ iken ordusuna yardım edemedi! Öldükten sonra nasıl yardım edebilecek?
Şunu da sormak lazım; Peygamberimiz Çanakkale'de savaştıysa 250 bin (ya da 58 bin) şehit neden verdik! 
KAHRAMANLARIMIZA SAHİP ÇIKALIM, EYVALLAH! LAKİN HURAFELERE DEĞİL! UNUTMAYALIM; SAVAŞLAR ERKEKLER GİBİ DÖVÜŞEREK KAZANILIR! PREVEZE'Yİ KAZANDIYSAK SADECE İMAN KUVVETİYLE DEĞİL, TOPLARIMIZIN MENZİLİ ONLARINKİNDEN DAHA UZUN OLMASIYDI..BARBAROS HAYREDDİN'İN ATTIĞI MERMİLER ADREA DORİA'NIN TAM TEPESİNE DÜŞERKEN, ONLARINKİLER BİZİM ÖNÜMÜZE, CUF DİYE SUYA DÜŞÜYORDU.


Sadettin MERDİN

Karpuz Hikayesi


Memleketin birinde karpuz nedir bilinmez imiş! Her nasılsa günün birinde oraya bir karpuz çekirdeği düşmüş. Çekirdeğin düştüğü yer de gayet münbit olmalı ki, Karpuz orada hızla büyümüş, Diyarbakır karpuzu gibi 30-40 kg.lık devasa bir şey olmuş. Gel gör ki, Karpuz nedir bilmeyen bu memleketin insanları bu yeni varlıktan acayip korkmuşlar. Zira her gün kökleri etrafa yayılıyor, kendisi de ha bire büyüyormuş! Bu karpuza bir canavar gözüyle bakıyorlarmış! Kimse yanına sokulamıyor muş. Günün birinde buradan geçen, karpuz nedir bilen birisi demiş ki; Ben bu karpuz canavarını keserim! İnsanlar inanamamışlar. Sen deli misin? Manyak mısın? Demişler! 
Bu yabancı; bu işi siz bana bırakın demiş. Eline bir bıçak almış, karpuza bir çalmış. Karpuzdan kıpkırmızı sular akmış. İnsanlar eyvah karpuz canavarının kanları aktı demişler. Bu adam demiş ki; “Ben bu canavarı yerim bile.” Ve kocaman bir dilim kesmiş ve başlamış şapur şupur yemeye. İnsanlar gördüklerine inanamamışlar. Demişler ki; “Canavarı kesip, yiyen adam bizi de yiyebilir.” Ve adamı oracıkta öldürmüşler.
Dostlar, insan bilmediği şeyin düşmanıdır. Zihinlerinizde onlarca öcü, canavar barındırmayın. Vehimlerin ve kuruntuların sizi esir almasına izin vermeyin!
Korkmayın! Karpuz canavarına çalın bıçağı!
ÇATARS diye kocaman bir dilim kesip-yiyin! Yiyemezsiniz bari, kesip yiyenlerden tırsmayın! Onları düşman bellemeyin!
Ve unutmayın yanlış bilgi, yanlış tasavvura, yanlış tasavvurlar da bizi çok yanlış inançlara sevk edebilir!


Sadettin MERDİN

Popüler Yayınlar